12 Kasım 2009 Perşembe

Rabıta

'Öyleyse, kişi yalnızca en korkunç acılar içindeyken yazmalı, o zaman bambaşka bir anlamı olur yazdıklarının'
Niyazi Mısri

Girift bir hayat. Şükür ve isyan arasında gidip gelen zaman dilimleri; akıl ve şeytan, aşk ve ihanet hangisi birbirinden yeğdir.
Sonra sıkışıyor kalbin, aklın başına geliyor şeytan tasviye oluyor beyninden. Sonra yanıyor bedenin aşk beliriyor ihanet yok oluyor gözlerinin önünden.
Ve dahi bir şükür gönülden, yanıyor yüreğin 'ta' derinden gelen bir ateşle. Buz gibi bedenin ısınıyor, titreyen ellerin çakılıyor. Ya gözlerin; bakmanın da ötesine geçiyor, o artık görüyor.
Gecenin sahibine doğru uzatıyorsun ellerini. Önce bir tütsü sonra karıncalanıyor ellerin. Geceyi güne örtü kılan dertlerinin üzerinide örtüyor. Bir 'Hay' diyor dilin sonra damağına yapışıyor. Gözlerin kapanıyor dilin susuyor artık sadece gönlün konuşuyor sahibiyle. Tesbih taneleri gibi parmakların dökülüyor boşluğa. her tane yeni bir hayat.
Duruyor zaman, ilerliyor zaman. Artık zamanda değilsin, mekanı aştın artık. Görünmezler vadisinde görünenlerle hoşbeşsin artık. Nedir o görünenler, kimlerle muhabbete daldın bilmiyorsun bile. Bilmek neki, yaşıyorsun onları belkide.
Vakit geliyor; sınırların çizildiği yere kadar ilerleyebiliyorsun. Son Bir ' Hay' diyor ve atmayıda bırakıyor kalbin. Duruyor, susuyor. Tesbih taneleri birbir toplanıyor parmakalrında, dilin damağında çözülüyor, gözlerin son bir af dilenerek açıyor işlenenlere örtü olan kapaklarını. Hiç birşey eskisi gibi değil artık. Eskiler bile eskiyi bırakıyor.

30 Eylül 2009 Çarşamba

Bir An

Yolculuk yapmanın vermiş olduğu yorgunluk, bitkinlik, uykusuzluk... Buna rağmen yüreğinde bir kıpırtı seni hareketlendirir. Görmenin, görebileceğinin coşkusu ayaklandırır seni uzandığın kanepeden. Beklenen telefon ve çalan telefon; koşa koşa gidersin sözleşilen mekana bir heyecanla. O an yaklaştıkça daralır nefesin, zor zekat zapdedersin kalbini durmasın diye. Ve o an gelmiştir. Heyecanın anlaşılmasın diye hızlı adımlarla ilerlersin ona doğru, ve ilk selam;
- Merhaba...
Daha sonra başlarsın birbiri ardına yaşayamadığın hayatını yaşanmış gibi anlatmaya. Satır aralarında bir çok söyleyemeceğin sözün olduğu cümleler alır başını gider. Arada tebessümler belirir yüzünde içinde göz yaşı olan. Gözlerini kaçırırsın sağa sola bakmamak için gözlerine, bakıpta kaybolmamak için ummanlarda. Ama yine de herşeyi göze alıp; '' ne olursa olsun '' deyip dalarsın ummanlara. Saçlarını okşarsın nesefinle, ellerini tutarsın o bilmeden, seni seviyorum dersin sessiz haykırışlarla. O ne duyar ne de hisseder seni.
Dayanamazsın artık ''yeter'' dersin ''yeter bu kadar'' bitsin bu rüya istemedende çıkmak istersin onun gül kokan ikliminden. Dayanamaz olur kalbin, yerinde duramaz olursun. Son bir bakış ve bir an dalarsın o görmeden gözlerine. Veda anı gelmiştir artık, vedalaşıp yine düşünce girdabında kaybolanları aramaya koyulursun. Uyuyamazsın geceleri, sıtma tutar yüreğini, tirtir titrersin, gönül bahçene kış vurur, savurur rüzgar seni. Bir yandan da yanarsın çıra gibi ama ne fayda ki olacak yok.
Yine yaşamamaya devam etmek zorundasın. Onu onsuz yaşamaya, gönüllü olarak aşkın ateşine yanmaya devam edecekin, sessiz sessiz...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Doğum Gününe Dair Yalnızlıklar


Neler söylenebilir, neler yazılabilir doğum günü için kim bilir. Kimilerine göre eğlence, ışıltılı ortamlar, kocaman yaş pastalar, iyiki doğdun çıngarları arasında mum üfleme törenleri ve havada uçuşan hediyelerdir belkide daha fazlası. Belki biraz hüzün iyi gelir iyi gelir doğum günü gecelerine, birazda vicdan törpüsü. Düşünsene ömründen bir yıl daha gidiyor, bir adım daha yaklaşıyorsun sonsuz sona veyahut vuslata da denilebilir. Düşünüyorumda acaba kutlama yapanlar vuslat yolculuğunun sonuna yaklaştıkları için mi eğlence tertip ediyorlar yoksa...
Bu düşünce koridorunda ilerlerken dönüp bakıyorsun arkana ve '' Vay be! Koskoca bir yılı daha devirdin helal olsun sana '' diye mırıldanıyorsun kendi kendine. Mutlu günler, dertli günler vs... bir yıl daha duygu cümbüşleri arasında geçmiş.
Birazda hüzün biniyor boynuna. Sevdiğin geliyor aklına ve duraksıyorsun. Boğazında düğümleniyor sözcükler yutkunamıyorsun. Yaşanmış ama yaşanmamış sayılan onca hatıra (1), söylenmiş ama susturulmuş bir yığın söz(2). Hepsi birbir birikmiş; birler, yediler, kırklar...
Peki yaşadığın hayat yaşanılmamış deniyorsa, söylediğin ve söylenen onca söz, sözler bir kelime yığını gibi kenara atılıyorsa, ne kalıyor geriye... Büyük bir HİÇ!.. Hemde hiç olmadığı kadar bir büyük HİÇ!..
HİÇ!..
Geride bıraktığın son bir yılın hiç ise eğer, düşünmüyor değil insan. Sonra bir tebessüm beliriyor yüzünde ''Ben bir HİÇ'im hemde dolu bir HİÇ''. Eğer varlık içindeki HEP'ler arasında HİÇ olabildiysem ne ala bana.
Ve yeni yaşa merhaba. Ne kadar kırgınsan ve kırdıysan da, senin HİÇ'e ulaşmana vesile olanı HEP sevsende ve sonunu bilmesende olmaktadır olacak olan. Yeter ki sesin arş-ı alaya yükselsin ve dimdik ayakta kal yeter sana. Bırak balık bilmezse Halik bilir...
Vesselam...

12 Haziran 2009 Cuma

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış...


Sıcak bir yaz akşamı barut kokularının arasında sırtını bir taşa vermiş yarini düşünürken tabakasından tütünü çıkarıp bir cigara sarar. Cepheden cepheye geçirdiği on yılını, savaşı ve barışı düşünür. Yarinden, babaocağından uzak geçirdiği on yılını düşünür gecenin sessizliğine sararak hayal eder öteleri. Bir ses bozar sukuneti;
-Şeyhoğlu Satılmış biri seni sorup durur gardaş bak hele şuna.
Yerinden doğrulur ve bakar öteden beri gelen ziyaretçiye, gelen köyünden çocukluk arkadaşı Ahmed'dir. Heyecanlanır birden memleket hasreti alevlenir yüreğinde.
-Bıre edem sen nerden çıktın. Hoş gelmişsin Ahmet gardaşım.
Kucaklar sıkı sıkı Ahmedi. Memleket toprağı kokuyordur; ana, baba, yar kokuyordur. Otururlar az önceki taşın dibine sorar Şeyhoğlu;
- Nasıldır memleketim, nicedir durumlar? Anam, babam nasıllar?
- Eyidir gardaş hepsi eyilerdir hepsinin bir bir selamı vardır sana.
- Aleyküm selam gardaş getiren götüren sağolsun. Ya yarim Aslım nasıldır?
Ahmedin başı düşer önüne. Susar kalır öylece. Şeyhoğlu telaşlanır sorar;
- Hayrola Ahmed ede yoksa kötü haber mi getirdin yarimden bana.
Ahmed başını kaldırır hüzünlü ve buruk bir sesle cevap verir;
- Evlendiriler Aslı'yı. Paralı askerlik yapanlardan biri istemiştir, senden de uzunca zamandır haber çıkmayınca öldü bilirler seni. Baban Şeyh emmi;''koş hele bir bakıver Satılmışıma hayattaysa haber ver'' diye beni yollamıştır sana.
Satılmış'ın yüzünde kederden oluşan çizgiler daha da derinleşir. Dayanamaz bu habere izin alır emirbaşından ve düşer yola.
Onca çektiği çile gelir gözünün önüne, yarini bırakıp vatan için cansiperhane savaştığı kurşunların önüne atıldığı, siper aralarında yarini hayal edip uykuya daldığı gelir aklına ve yanar yüreği. '' Demek ki biz vatan için huduttan huduta atılırken, vatan toprağını üç kuruşa değişen bir dürzü yarimi elimden alır'' der ve vurur kendini yollara dağ taş demeden, geceyi gündüze, gamı kederi gönlüne katarak varmak için köyüne çabalar durur.
Bitmez önünde yollar uzar durur, dağlar yücelirde yol vermez sanki Satılmışa. Takati kalmamıştır artık Satılmış'ın. Ciğerleri pare pare olmuş, kan kusmaya başlamıştır. Güneş gurup ederken güneşi uğurlayan kırlangıç sürüleri yoldaşı olmuştur. Vara vara bir hana düşer yolu Satılmış'ın. Hancı karşılar kapıda onu. Hali bir başkadır bu yolcunun, Hancının dikkatini çeker. Bu yorgunluk öyle yol yolgunluğuna benzemez. Son demde Hancının kollarına düşer Satılmış. Hancı bir oda verir ona bir tasta sıcak çorba. Hancı sorar;
- Hele söyle gardaş nedir derdin?
Şeyhoğlu dalar uzaklara, gözü bir noktaya kilitlenir ve tek bir söz dökülür dudaklarından;
-Yar...
Hancı dayanamaz titrek bir sesle;
- Nasip gardaş nasip. Hele sen bir yat biraz dinlen sabaha yola çıkarsın inşallah.
Şeyhoğlu Satılmış'ın gözünden bir dama yaş süzülür, Hancı ses çıkarmadan yavaşça çıkar odadan. Hancı anlar bu gece başka bir gecedir, hüzün dolu, aşk dolu, sevda dolu, keder, hasret dolu bir gecedir bu gece. Uyuyamaz sabaha kadar Hancı, sabahın ilk ışığıyla varır Şeyholunun odasına. Yatağın üzerinde cansız bedenini görür. Gözünde bir damla yaş, dudakları arasından ince bir yol çizerek sızan kanı görür. Dermanı kesilir Hancının dizleri üzerine çöker, açık olan gözlerini kapatır Şeyhoğlunun. Bir an bakışları duvara kayar Hancının. Acıyı, aşkı, kederi duvara kazımıştır Şeyhoğlu;
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslımı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şehyoğlu Satılmışım ben...

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Bedenimin Öldüğü Gönlümün Dirildiğidir

Sesi gelirken saatin alarmının başını okşayan iki el; Gülru'nun elleri. Bir yanda bülbül'ün güle savdası bir yandan da ayrı ayrı minarelerden yükselen ezan sesi...
-Uyan artık.
-Sen beni terk etmemiş miydin.
-Hayır ben hep senin yanındaydım. Hadi kalk duymaz mısın seni çağırıyorlar. Kalk ve borcunu öde.
Uyanır sessizce ve secdeye durur. O secededeyken Gülru seyreder onu ve ikisi ellerini açıp dua eder yaradanına. Ve okur Gülru;''bismi'' ile başlar ve sonu ''rahman''la bitirir. O okurken katman katman açılır gökler. Daha sonra ellerini göz kapaklarına götürür kapatır gözlerini ve açar gözlerini;
Bir yanda o ve Gülru bir yanda Leyla ile Mecnun bir yanda Şems Mevlana ve niceleri bir bir yanyana birbirleriyle oturmuş onlara bakmaktadır. Anlar ki aşk meclisine açmıştır gözlerini. Herkes bir bir anlatır hikayesini hep birlikte ağlaşırlar. Sıra ona geldiğinde anlatmaya başlar;
-''Gülru...'' der ve susar. Anlatamaz sonunu getiremez sözlerinin, boğazına düğümlenir sözcükler. Gülruya bakar o da ağlamaklıdır.
- Neden ağlarsın eyy! gözleri cihana değen.
-Ben artık yokum. Gidesim vardır gönlün diyarından, seni benle bırakıp gidesim vardır.
Yanar gönlü bir kor düşer yüreğine. Susar sesini çıkaramaz gitme diyemez. Gülru ayaklanır son kez bakar gözlerine ve yol alır. Yine susar o, diyemez ki gitme diye; ama gönlü ''dur'' der, ''ben ne yaptım ki sana, bana bunları reva görüyorsun''der ama nafile Gülru duymaz, duyamaz belkide duymak istemez. O yine susar ve bundan sonra Mevlan misali ''HAMUŞ'' der kendine ve öylede kalır adı, artık adı ''suskun''dur. Diğer aşıklar da susakalmıştır.
Leyla ayaklanır ''Hamuş'' der ''ses ver n'olur birşey söyle'' susar konuşamaz ağlar sessizce sadece. Leyla'nın gözünden de bir damla yaş süzülür. Herkes sessizce ağlamaya başlamıştır, sanki bir yas ayini vardır aşk meclisinde.
Gözleri tekrar kapanır ve tekrar açılır;
Bedeni buz gibi seccadenin üzerinde durmaktadır. Anlamıştır ölüme kucak açtığını, arzusunun yerine geldiğini. Bedeni ölmüştür ama gönlü dirilmiştir. Ve son defa rabb-i rahimine Gülru'sunu sunmuş ve sonsuza kadar susmuştur.

1 Mayıs 2009 Cuma

VE SON!

Birbirini tamamlayamayan kelimelerin oluşturduğu öykünün buruk kahramanı olarak yaşamak. Boş sayfalarda serüvenden serüvene atılmaktı yaptığı aslında. Sabahı sancıyla bekleyen uykusuz gecelerin mahkumu...
Her sözün başındayken sonunu söylemek ilkin. Yaşayacağı hayatları teğet geçerken yaşamaması gereken hayatın içinde hapsolmak onun kaderi. Aslında kader dememek lazım çünkü kaderin üstünde de bir kader vardır. Yürüdüğü yolda önüne çıkan gül bahçelerine yüz çevirip soğuk ve boş duvarlara varmak onunkisi. Ya sonuç; hazin bir hikayeyle bağlanır.
Heyhat!
Boşa harcanmış bir ömür. Yanlış mekanlarda yanlış kişilerle ve umulmadık zamanlarda boşa harcanan ömür. Ufukta bir ışık vardır, vardır ama ışığa gitmek için gereken ilk adımı atmaya erinir. Tattığı lezzeti bal zanneder. Bilmezki bal diye yediği şey zehirdir.
Sonsuzluğa açılan kapıyı bir kaç kez tıklatması yeterdir. Önce inanç sonra gayret. Gayretle gaflet arasında gidip gelir Ne yazık ki gaflet galiptir. Yolun sonunda görünen ışık kaybolur ilkin ve karanlıklar ülkesinin umutsuzluğunda boğulur ruhu.
Ve son!
Son bakış, son göz yaşı ve ardından son nefes. Artık sonsuzluğa açmıştır gözlerini. Sonsuzluk ikliminde bulur kendini. Mizanın ortasında pişmanlık kıvrandırır bedenini.
Ve bir ses yükselir sonsuzluğun içinde;
-'' Biz sana düşünesin diye akıl vermedik mi?''

4 Nisan 2009 Cumartesi


VUSLATA YOKCULUK

Her şey bir şiirle başladı. Kutsal diyarın fethine vesileydi o şiir. Dünyanın kalbini fetheden şiir sonra onun gamzesinde tecelli etti. Ve her şey bir tebessümle başlar…

Şairin kaleminden dökülen, hatibin dilinde vücud bulan şiir onun gamzesiyle gönlüme kazındı. Ya Rab! Bu nasıl bir tebessüm bu nasıl bir gamze ki ok misali saplandı yüreğime. Zannediyordum ki öleceğim bu okun açtığı yarayla. Ölüm yerine hayat bağışladı sanki bu ok bana. Yaradan süzülen kanlar sanki ab-ı hayattı. Yaram kanadıkça kanasın istedim çünkü seni hatırlatıyordu bana bu aşk. Dua dua gelmesini istediğim yaren o’ydu. Her bakışında beni sana döndüren, karanlık gecelerimi nur misali gündüze gark ettiren o’ydu. Baktığım her dem seni ve sevgilini hatırlatan nur-u cihan o.

Gözleri o güzel gözleri; ama yeşil ama mavi illa da ela, sonu sana varan bir yolculuğa çıkartıyor beni. Belki bu sevda kalır bende, kor iken köz olur, belki vuslat diyarına uğramaz yolum sana varırken ama yine de ''O''nun yolunun üzerinden geçmek dahi bana dünyada cennettir.
Sır benim söz senin. Her şey seninle başlar seninle biter. Bir dem hu ile…

3 Nisan 2009 Cuma

Yalancı Bahar




Kıştı… Soğuktu… Lapa lapa kar yağıyor elleri üşüyordu. Bir rahmet arıyordu. Sığınacak bir çalı tutacak bir dal… Beynindeki soru(n)ları harmanladı ve yürüdü sessizce yoluna. Her yer dar geliyor söyleyecek bir söz dinleyecek bir yürek arıyordu. Baharın yüzünü gösterdiği ilk günlerdi. Yine düşünceleri yüreğini kavururken onu gördü. Sanki bahar yeryüzüne değil de onun bir serçe kadar ürkek yüreğine gelmişti. Her sözü her bakışı yüreğinde bir tomurcuk filizlendiriyordu. Gökkubbe’nin altında cennet ayakları altına serilmiş gibiydi. Anlamsız sorular kayboldu dimağından ve gönlünün her köşesi inci taneleriyle dolmuştu. Onunla attığı her adım cennete giden bir yol gibi güllük gülistanlıktı.
Zaman bir su misali akıp gitti ışıltılı anlar arasında. Samanyolu yıldızlarının arasından geçerken ki ahengi kalmamıştı artık bu yürüyüşün. Yürüdüğü yollar azap yolu oluvermişti. Gelen bahar yalancı baharmış meğer ki. Zannetti ki bu işte ‘’O’’nun rızası var. Ama ne mana da ne de maddede ‘’O’’nun kelamı geçmemişti hiç. Baharı hazana dönmüş kış hüküm sürmeye başlamıştı gönlünde. Rüzgar savuruyordu artık muhabbet ağacının yapraklarını. Esen yeller artık ellerini değil yüreğini üşütüyordu. Hiçbir emare kalmamıştı o eski günlerinden. Cennet ağaçlarının o tatlı meyvelerini ayıtlarken şimdi cehennemde yanan taşların yükünü atmaya çalışıyordu yüreğinden.
Ve bir sabah güne uyandı. Ağlamaklı gözleri gülmeye başlamıştı. Aslında can ile cananı karıştırdığı için kızıyordu kendine. Tam o an bir ses yankılandı beyninde: “Sakın kul hakkı yeme çünkü Allah kul hakkı yemeyi affetmez.” diye. Ve o an bir ferah kapısı aralandı gönlünden uçsuz bucaksız deryalara. Anlamıştı çünkü inanmıştı onun vaadine.
Sonra gözü uzaklara daldı ve bekler oldu gönlünü açacak o kelamı...

25 Mart 2009 Çarşamba

Leyla Eskide Kalmış Gülru'ysa Yalan


Gördüm Leyla seni Dicle nehri kıyısında. Üzgün, mağrur halinle süzüyordun etrafını. ''Nerde'' diyordun ''nerde ben nerde mecnun''. ''Hani aşkımız nesiller boyu yaşayacaktı. Hani her sevdalının yüreğinde yanan ateş bizim yaktığımız ateş olacaktı''. Eskide kaldı Leyla aşkınız tarihe gömdüler seni ve mecnunu. Tütmez oldu aşk tütsünüz yanmaz oldu ateşiniz. Leyla diye baktıklarımız mecnunu üzdü, mecnun diye baktıklarımızsa onun gibi sevemediler seni. Eskide kaldın Leyla eskide. O hilal kaşların, o mahmur bakışların eskide kaldı. Bilemedik kıymetini. Sana varmak için gayrette bulunmadık. Hep istedik ki sen gelesin yanıbaşmıza, sen düşesin yollarımıza. Gaflet içerisinde bekledik, her gördüğümüzü sen zannettik ama hiç biri sen değildin.
Gün oldu Fuzulinin beyitlerinde aradık seni gün oldu gecenin buğusunda. Baharda açan çiçeklerde aradık zaman zaman kokunu, zaman oldu yağmur sonrası toprakta. Seni de öldürdüler sonunda. Kıydılar yüzyıllardır dillere destan aşkınıza.
Bir Gülru kaldı bende aşkınızdan hatıra. Onu da ne kadar yakıştırırsan aşkınıza. Biliyorum o da yalan sana. O da sen gibi değil. Ama bir umuttur sevginizi yaşatmak için bana. Kardelen gibi zor ama güzel olacaktır diye umut ediyorum bu aşk Leyla. En azından benim için öyle. Biliyorum kızıyorsun bana. Ama yüreğimde aşkınızı yaşatacak bir o var. O da olmazsa yok ki senin kokunu ulaştırcak bana.
İster layık gör o kutsal aşkınıza istresende alma aşkımı aşk meclisine. Ama bilki en ufak bir fesat yok bağrımda. İşte aşk senin ferman senin ama bil ki bu gönül benim. Ne olur dokunma ona...

22 Mart 2009 Pazar

ÖFKEMİN TECELLİSİ

Bir söze de hürmet edilmezse neye yarar ki dostluk. Sözün yerde kalacaksa ve bunu yapanda Gülru olacaksa benim neyime sevmek. Bir gece şafağın kopacağı an nasıl sancılı ise geceye, ruhumda da sancılar var benim bu gece. Kaybolan aşkların ölümsüz kahramanları cirit atıyor bu gece bahçemde. Yağmalıyorlar bağımı bostanımı. Ne kadar yakma desem de yakıyorlar canımı. Neden ki ne yaptım ki ben onlara dost bilmekten başka. Aşkımı onlarda yaşattığım için mi bunca pervasızca saldırı. Her kopan çiçeğim yaradır gönlüme. Ne fayda ederki özürde bulunup af dilenmek ki böyle bir teşebbüste yok o arsızlarda. Hata’yı muhabbetimi fildişi kulelerinde saklamakla yaptım ben.
Karanlık gecelerin aydınlık sabahları da zindan bana. Hangi kelam hangi dost dindirebilir ki öfkemi. Hangi dağa haykırsam da derdimi rahatlasam, hangi denize döksem de söküp atsam bu kızgın yüreği göğsümden.
Son kelam sana bir daha canımı yakma…

10 Mart 2009 Salı

DİVİT'TEN KAĞIDA DAMLAYANLAR


Geceyi ve gündüzü ayırana
Ademle Havvayı buluşturana
Aşk ile Meşki kavuşturana
Hamdolsun...
................................................
Mezopotamyada toprağa inen
Mekkeden dünyaya yayılan
Gündüzü geceye çeviren
Aşk ile...

Aşık o 'dur ki onun için sevgili önemli değildir. Onun için önem arz eden aşkın ta! kendisidir. O sevgiliye değil aşka aşıktır. Aşk onun için hava ve su gibi aziz bir nefes tütün gibi leziz ve vazgeçilmezdir. Aldığı her nefeste, gördüğü her güzelde aşkı tadar aşık. İsterse aşkını bir bedene sığdırır, isterse de rahmetle birleştirip yaradana sunar.
Vuslat onun için her zaman uzaktır, uzak olmasını diler her daim. Firkata bağlamıştır gönlünü. Her daim yansın ister çünkü aşkı besleyen ana damardır acı ve özlem onun için. Dua dua ister rabbinden aşık gamı kederi. Fuzuli'nin de dediği gibi aşk cehenneminde yanmak cennete giden bir yoldur. O ateşte yanan cennete temizlenip gidecektir. Dünya sınavını başarıyla geçip gerçek vuslata varacaktır.
''Ey! bir bedene kanan nefsim ne zaman ki gerçek aşık olursun o zaman bulursun vuslat anını'' diyen nice kendini aşık olarak görmeyip de aşk yolunda can verenlere selam olsun.



9 Mart 2009 Pazartesi

AYNALARIN ÖTESİ

Her ne kusur varsa, geçen zamanda;
Suçsuzdur aynalar elâ gözlü yâr.
Mecnunlar Mevlâ’yı bulursa canda,
El olur Leyla’lar elâ gözlü yâr.

Güzel açar güzelliğin sergisin
Gün ağartır kara saçın örgüsün..
Muhabbet faslında ölüm türküsün
Kim söyler, kim çalar elâ gözlü yâr.

Eştikçe iş çıkar işin içinde;
Gençliği hasret yer sevda göçünde.
Bilmez misin, dört mevsimin üçünde
Kar olur yaylalar, elâ gözlü yâr.

Alı al, yeşili yeşilde ara;
Ahirete gider kalpteki yara..
Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara,
Dökülen ayvalar elâ gözlü yâr.

Vakit dolar, nakit biter kasanda..
Sevgi bir kitaptır gönül masanda;
Okusan da olur, okumasan da...
Kapanır sayfalar elâ gözlü yâr.


Abdurrahim Karakoç

8 Mart 2009 Pazar

L&M'den G&B'YE


Leyla: Bir çöl ahusu
Mecnun: Leylanın diğer yarısı
Mecnun Leylanın önce suya yansıyan aksine vurulur. Sonra gözlerinde kaybolur.
Birgün Leyla'ya sorarlar:'' Mecnun mu daha çok seviyor yoksa sen mi?''
Leyla: '' Kays aşkını dağa taşa, uçan kuşa, çölde kum tanesine, yoldan geçen kervana anlattıda mecnun oldu. Bense dilimi ısırdım aşkımı kendime sakladım dillere düşürmedim. Ben aşkımızı mabedimde sakladım ve mademi mahrem kıldım. Onun içindir ki ben daha çok sevmekteyim.''

Gülru: Gülyüzlü, ela gözlü sevdamın sığındığı bir liman
Ben: Sevdasını Gülru'ya dahi söylemeden mabedinde gizleyen.
Ben sevdalandı da Gülruya dahi söylemedi.. Görsede Onu içinde sakladı dilini ısırdı söylememek için. Ateşe elini tuttu da sesini çıkarmadı. ''yansın'' dedi ''yansında onun rengine boyansın onun kokusuna bulansın gönlüm belki o zaman varırım ona''.

nasıf

SAHTE GÜLLER ARASINDA AŞK

Ne kalem keyifte bu akşam ne de kelimeler. Yazmamak için anlatmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama bu satırlar ne kelemle ne de kelimelerle yazılıyor, bu satırlar gönül diliyle gönülden gelen sözlerle nakşoluyor kağıda. Alan memnun satan memnun kaleme ne kelimelere ne...
Önce ''oku'' diye geldi emir ardından okunanlar yazıldı. Bir vahiy gibi düştü beyne yaz emri. ''O'' oku dedi gönlüm yaz, ''O'' ''Gül'' dedi gönül ''Gül''ü sevdi. Bülbül gibi eridi aşkından, dili lal oldu söylemekten, gözleri kör oldu ağlamaktan. Ey! gönül seni viran edip divane eden gülün kokusu, duruşu, gülüşü.. Ve sonra o ''Gül'' terketti cihanı zahiri olarak. Ama peşinde koşan, seher vakti aşkından öten bülbüller bitmedi. Sağnak sağnak artarak devam etti. Toprağa yeni goncalar düştü ve daha sonra vitrinlerde plastik güller. Bülbülün aşkı artık tacirlerin elinde dolaşıyordu. Tezgahlara düşmüştü aşk. Sahte güller gibi sahte aşklar sarmıştı dört bir yanı. Bülbül sevdi ama gönlü katran oldu. Seher vakti artık aşkla değilde hicranla ötüyordu.
Ey! gül sahte misin yoksa o ''gül'' götürecek tomurcuk mu! Yeter artık bunca dert bunca keder. Ya al artık gönlümü narınla yak yada beni bana bırak...

7 Mart 2009 Cumartesi

BİR TUTAM GÜL

Söze nasıl başlanır bilmem. Söz söylemek sözün Sultanına yakışır bizeyse dinlemek. Ama gel gör ki söylenmeyecek olsa o söylemezdi.
Bir dem hu ile!
Nasıl bir sevda ki bu başı tarumar sonu çıkmaz. Anlatamam ki ona nasıl kapıldım o güzel gözlerinin seline. Bu kadar duygu yoğunluğundan bize geceler boyu ağlamak düşer. Yaşanmamış aşkların yaşanan acılarını çekmek düşer gönle. Gül bahçesinden bir avuç gül koklamak bile haramdır bize. Gülru'yu ancak uzaktan seyretmek düşer bize.
Hani diyor ya Mevlana;'' Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı.. Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun.. Etme!'' etme Gülru yeter bu dert. Derde kapıldım ya rab! muhabbeti aştım aşkı geçtim derde kapıldım. Görsem de dertli gönül görmesemde onu.
Mecnuna sözüm yok o sana vardı ama ben leyla oldum. Mecnun gibi aşkımı ayan etmedim leyla gibi sineye çekip acısını yalnız kendime sakladım. Hani mecnunu kabeye götürmüşler de o kara örtüye yüz sürüp gözyaşı dökerek ; ''Allahım içimdeki aşk girdabını artır alsın götürsün beni, benden.'' Mecnunun duasına katarak yolluyorum dularımı sana, onun duasına katarak yolluyorum hicranımı sana.
Özlem mi yoksa vuslatmı...Göremez oldu gözlerim, anlamaz oldu yüreğim ikiside ateşten gömlek. Biliyorum ki, her firkatin, özlemin içinde vuslat her vuslatın içinde firkat vardır. N'olur ya rab! Kıl artık vuslata şayan yada al bu koru içmden al ki dinsin acım.

ETME


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

MEVLANA Celaleddin Rumi